HÜMÂYÛN 
07 Mart 2021 Pazar

Hümâ, yumurtası havada çatlayan, hep havada yaşayan, yeryüzüne ayak basmayan efsânevî kuştur. İngilizcede phoenix (foniks) derler; bu efsânevî kuş anlayışını Araplardan aldıkları kabul edilir, phoenix’in 500 yılda bir yanıp küllerinden yeniden doğduğu varsayılır.

Tanzîmât’tanberi herşeyimizi Avrupa’ya uydurmak hastalığımızdan dolayı olsa gerek, okumuşlarımızın bâzıları da bu Avrupâî şekli kullanıp, ağızlarını yaya yaya “küllerinden yeniden doğan” gibi sözler söyleyerek kendilerinin “taklîd sömürge aydını” oldukları gerçeğini, farkına varmadan sergilerler. (Ağırlarına gidiyorsa, yaptıklarına, sözlerine dikkat etsinler, “duruş sâhibi” olsunlar, hümâ’nın Avrupa şeklini kullanmasınlar, bir işi beğendiklerini göstermek için Roma imparatorunun çirkin mîrâsını kullanarak başparmağı yukarı kaldırmak şaşkınlığını bıraksınlar, öyle demeyelim.) (İki esir gladyatörü, insanı ölesiye boğuşturup halkla birlikte, zevkle seyreden İmparator, üstteki kendisine bakınca başparmağını aşağı doğru çevirirse, alttaki hemen öldürülür, yukarı doğru çevirirse şimdilik öldürülmeden bırakılırdı.

Roma’nın vârisi Avrupalı, bu çirkin, iğrenç hareketi unutacağı, unutturacağı yerde, hayâ duygusu da iyice köreldiği için, mârifet gibi yaşatmakta, Kültür İstilâsı’nın bir tezâhürü olmak üzere diğer milletlerin şaşkınları da onları taklîd etmektedir.)

Efsânevî kuş hümâ’nın bizdeki şeklinde (gâvurca version sözünü kullanmamak için ‘şekil’ diyorum) yanma filân yoktur, devamlılık vardır, hümâ hep gökte yaşar, yere inmez.
Osmanlı, mühim, değerli kuruluşa, nesneye hümâyûn sıfatını vermiştir. Hümâ dâimâ gökte yaşadığına göre, onunla ilgili hümâyûn “gökle ilgili”, “semâvî”, “mukaddes” gibi bir anlam yüklenmektedir. Böylece;
Osmanlı merkez ordusu, ordu-yu hümâyûn (semâvî ordu, gökten geldiğine inanılan şeriatı yeryüzünde hâkim kılan ordu)dur.
Osmanlı donanması: donanma-yı hümâyûn’dur (donanma-yı osmânî değil),
Halîfe-Sultân’ın mührü (sadrâzam taşır, Sultân adına mühürler, iş görür) mühr-ü hûmâyûn’dur.

Topkapı sarayının ilk kapısı: bâb-ı hümâyûn’dur. İkinci kapısı “bâbus selâm”, üçüncü kapısı “bâbus sa‘âde”dir.
Vezîrlerden kurulu Osmanlı Hükûmeti, Dîvân-ı Hümâyûn’dur.
Avrupalılaşınca Osmanlı Hükûmetinin bulunduğu binaya (şimdiki Vâlilik binâsı) Bâb-ı Âli demişlerdir. (Sublime Porte Ottomane)
Pâdişâh’ın el yazısına hatt-ı hümâyûn demişler.


***



İMPARATORLUK

Bakalım, imparatorluk/emperyalizm ne imiş?

Emperyalizm, özellikle doğrudan arazi elde ederek veya politik ve ekonomik olarak başka yerleri ele geçirmeyi hedefleyen devlet politikası, uygulaması. Askerî, ekonomik veya daha sinsi biçimde güç kullandığı için, emperyalizm; aşağılık, yüz kızartıcı, kınanması gereken olarak görülmüş ve bu deyim hasmın/düşmanın dış poltikasını kötülemek/ayıplamak, suçlamak için uluslararası propagandada sıklıkla kullanılmıştır.” Encyclopaedia Britannica.

Emperyalistlerin yenilerinde de aynı tutum devâm eder:
İnsan hakları örgütleri ve tarihçiler, Fransa'nın 1830-1962 yıllarındaki sömürge döneminde Cezayirlilere yönelik katliamlar gerçekleştirildiğini ve yüz binlerce kişinin sürgün edildiğini belirtiyor. Cezâyir İnsan Hakları Savunma Birliği, Fransız sömürgesi döneminde yaklaşık 10 milyon kişinin öldürüldüğünü kaydediyor.

İngiliz emperyal yönetiminin, İngiltere’deki dokuma sanayii ile rekabeti önlemek için, Hindistan’da onbinlerce insanın (60 bin dokumacının) başparmaklarını kestiği çok iyi bilinmektedir.
İngiltere, 1858 de işgal ettiği zengin Hindistan’da öyle VERGİLER koydu ki, vakıf mütevellileri, toprak sâhipleri, mülklerini BIRAKMAK zorunda kaldılar. Hind halkı fakirleşti, servet İngiltere’ye aktı; Sterlin niçin bilmem kaç lira eder dersiniz?

Avrupa’lı Emperyalistlerin şeytanca inatla Osmanlı Devleti’nden “imparatorluk” diye söz etmeleri, Osmanlı’yı da kendileri gibi emperyalist görmek ve göstermek istemeleri yüzündendir.

Osmanlı Devleti ise, tebeası (uyruğu) olan gayrımüslimlere MİLLET NİZÂMI uyguladı. ‘Millet’, ‘dîn’ demektir ve Osmanlı, her inanç topluluğunun başına KENDİLERİNDEN BİRİNİ, en yetkili dîn adamını getirdi. Her ‘millet’, kendi inancına göre, tam hürriyetle yaşadı, kendi dilini kullandı, çocuğuna kendi dilinde eğitim verdi. Bu, Osmanlı’nın bağlı olduğu Dünya Görüşünün, İslâm’ın gereği idi; fethedilen, İslâm değerlerinin hâkim kılındığı ülkelerdeki halk, artık Osmanlı’nın ‘zimmet’inde idi, zimmî idi, CANI, MALI, IRZI (Nâmusu) DEVLET’İN ZİMMETİNDE, HİMÂYESİNDE idi!

Osmanlı imparatorluk olsa idi, 500 yıldan fazla kaldığımız Bulgaristan’da, Sırbistan’da Sırpça, Bulgarca unutulurdu, Yunanca unutulurdu. Balkanlarda, Avrupalı’nın kuzey ve güney Amerika kıtalarında bıraktığı yerli kadar gayrımüslim kalırdı.

Tarafsız bir tutumla imparatorluklardan söz edildiğinde, Osmanlı Devleti, asla hatıra gelmiyor : “Ondokuzuncu yüzyılda Avrupa emperyalizmi daha ileri taşındı ve önceden hiç olmadığı kadar etkili/başarılı hâle geldi… Bu sırada, kimi emperyal güçler imparatorluklarını muhteşem bir şekilde genişletmeğe devâm ettiler, Rusya, Fransa ve Büyük Britanya böyleydi. Ötekiler hareketsiz kaldılar ve imparatorluklarını küçülmüş buldular; bu grupta Hollanda, İspanya ve Portekiz vardı.” Hani, NEREDE Ottoman Empire ???


***


İmparatorluk, resmî, şatafatlı, (Devlet kelimesinin şerefi, haysiyeti var; kullanmayalım) State çapında, Etat çapında, Kingdom çapında eşkiyâlıktır, haydutluktur.


***



Kendini, Yeryüzünde Nizâm-ı Âlemden sorumlu tutan, Yeryüzünde adâleti hâkim kılmağa çalışan, i‘lâ-yı kelimetillâh (Allah’ın Buyruklarını hâkim kılmak) uğrunda cehdeden, yemeği, cihâd (sefer) yolunda yenilen aş: sofra olan Devlet-i ‘Aliyye-i Osmâniyye’yi (Pek Yüce Osmanlı Devleti’ni), Avrupalılar’ın, kendi sosyo-politik sömürücü, insanlığın yüzkarası emperyal kuruluşları ile aynı göstermeyi hedeflediği bu korkunç iftirası, 200 yıldanberi etkisi altında bulunduğumuz Kültür İstilâsı sonucu olarak, okul kitaplarımıza bile girmiştir.

Beyni bu iftiraya alıştırılmış kimi tarihçilerimiz de, Osmanlı Arşivi’ne girer, belgelerde devlet-i ‘aliyye, saltanat-ı seniyye diye okur, dışarı çıkınca, düşünmeden, yüzü kızarmadan, sesi titremeden osmanlı imparatorluğu der.

Kültür İstilâsı altında yaşamak, bunun farkında bile olmamak, böyle bir felâkettir.


Kültür İstilâsı, asker işgalinden bin beterdir; asker işgalinden, zor da olsa, işgale uğrayan ülke, eninde sonunda kurtulur, Kültür İstilâsında ise, gönüllü kölelik yerleşir, bu durum, ilerleme, gelişme zannedilir, buna uğrayan ülkenin ferdleri, olayları, birçok şeyi, emperyalistin bakış açısıyla değerlendirir.

Sömürge hâline düşmüş birçok ülkenin, sömürgecinin okullarında yetiştirilmiş aydınlarından bâzıları bile, bu kabuğu yırtıp, olaylara kendi açısından bakmayı becerebilmekte iken, Osmanlı Devleti’nden imparatorluk diye söz eden Türk tarihçiyi uyandırmak, kendine getirmek için ne yapmak gerekir dersiniz?


***


Osmanlı’ya en gerçekçi bakış sâhiplerinden biri, şüphesiz, müteveffâ Prof. Dr. Stanford J. Shaw’dur. History of the Ottoman Empire and Modern Turkey (Cambridge: 1977) isimli kitabında şöyle demektedir:
“Şüphesiz, Osmanlı tarihi, daha önceden birçok defalar, oldukça ayrıntılı olarak tartışılmıştır, fakat dâimâ Avrupa bakış açısından , Avrupa’nın önyargısı ışığı altında ve genellikle Avrupa kaynaklarına dayanılarak…” (I,vii)(vurgular benim. M.M.)

Aynı tarihçi ve hanımı, kitabın ikinci cildinin önsözünde, durumu cesâretle, (evet, yerleşmiş statüko’ya RAĞMEN) büyük bir açıksözlülükle şöyle belirtmektedirler:

“Osmanlı İmparatorluğu’nun bir tarihi için Osmanlı kaynaklarını kullanmaktan dolayı özür dileyecek değiliz. Çünkü çok uzun zamandanberi, Osmanlılar, kendilerinin hiçbir kaynağı kullanılmaksızın incelenegelmiş, sonuç, ciddî tahrif ve yanlışlık olmuştur. Fransa’nın, İngiliz ve İtalyan müşâhadeleri esas alınarak yazılacak hiçbir tarihi, metod bakımından sağlam ve dengeli kabul edilemez.” (Stanford J. Shaw and Ezel Kural Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, (Cambridge University Press, reprinted 1992) v.II, p.x. (vurgular benim. M.M.)

Avrupalı’lar, (Amerika onun uzantısıdır) ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, mindset dedikleri bir kafa yapısı taşırlar, zihinlerinde yerleşmiş belli kalıplar, kategoriler vardır. Bu, iyi niyetinden şüphe etmediğimiz Prof. Dr. Stanford Shaw bile, aynı kitapta, Dîvan-ı Hümâyûn’dan, imperial council (imparatorluk konseyi) diye söz etmektedir!
Ötekileri siz düşünün…


***


Bazı Türk tarihçilerinin de, yapı farkına, genişleme sebeblerinin ÇOK FARKLI olduğu gerçeğine bakmadan, imparatorluğu ‘büyük devlet’ (gâvur, Devlet’e kurban olsun) zannederek, Osmanlı’dan ‘imparatorluk’,’emperyal’ diye söz etmeleri, acıklı bir durumdur; uyanmakta gecikmezler inşallah.


‘Osmanlı, imparatorluktu ama, sömürücü, eşkıya değildi’ demenin;

Banker Antonio fâizle iş görmez,

Terzi Özer makas kullanmaz,

demekten farkı yoktur.

Yorum yazın: