Türk Ocakları Genel Merkezi çatısı altında faaliyetlerini sürdüren Akademik Çalışma Grubu, “Çınaraltı Sohbetleri” programı kapsamında, Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu’nu konuk etti. “Kültür İstilası” konulu program yoğun ve aktif bir katılımla gerçekleşti.
Kültür istilasına uğrayan toplumlarda en büyük yanılgının kişinin kendisinden ne kadar uzaklaşırsa o kadar ileriye gittiğini zannetme düşüncesine kapılması olduğunun altını çizen Maksudoğlu, “Kültür istilasını uygulayan toplumların, istilaya muhatap olan toplumların ruhlarını esir aldıklarını” ifade etti.
“İngiltere’ye yaptığım bir seyahatte sohbet ettiğim bir İngiliz; Afrika’da yaşayan bir zenciye hiç İngiltere’ye gittin mi? diye sorduğunda “No, I haven’t been home” diye cevap aldığını söyledi. İstilanın boyutuna bakınız ki ömründe İngiltere’yi hiç görmemiş bir Afrikalı yaşadığı toprakları hiçe sayarak sömürge devletini vatanı kabul ediyor” diyen Maksudoğlu konuşmasına Avrupa’nın yıllarca bizlere dikte ederek kabullendirdiği pek çok yanlışı, tarihsel süreçlerini de belirterek anlattı.
“Türkiye hangi coğrafyadadır? Sorusuna pek çok kişi hiç düşünmeden Ortadoğu dadır cevabını verecektir. Peki, Türkiye kime ya da nereye göre ortadoğudadır. Elbette Avrupa’ya göre. Bizlere bu coğrafi bilgi benimsetilmiştir. Türkiye dünyanın tam da merkezindedir…
Hızır Hayrettin Paşa... Büyük denizci. Kardeşi Oruç Reis, sakalı, saçı kırmızı olduğundan savaştığı Avrupalılar yani düşmanları O’na “Barbarossa” adını takıyorlar. Yani “Kırmızı sakal”.Daha sonra 1518’de Oruç Reis’in ölümünün ardından Avrupalılar Hızır Hayrettin Paşa’yı bu isimle anıyorlar ve bugün bizler onu Barbaros Hayrettin Paşa olarak yani düşmanın vermiş olduğu isimle anıyoruz. Ve iyi niyetle çocuklarına Barbaros adını veren fertlerimiz var. O derece benimsemişiz.”
COĞRAFYA ŞAŞKINI, CEHLİ MÜREKKEP SAHİBİ AYDINLAR!
“Kişi hem bilmez hem bilmediğini bilmez. Cehli mürekkep olarak tanımlayabileceğimiz bu kişiler arasında ne yazık ki entelektüel aydınlarımız da var. Ortaçağı karanlık bir devir olarak ifade eden bu aydınlarımız, Roma’nın ikiye ayrılması(395) ile başlayıp İstanbul’un fethine (1453)kadar devam eden bu süreçte ki karanlık fikrinin Avrupa merkezli olduğu gerçeğini atlarlar. Bu dönemde Avrupa’da yıkanmak yasaktır, sokaklar pislik içerisindedir, atın ağzında kaç diş olduğu, meleklerin erkek mi dişimi olduğu, cennete zenginlerle birlikte fakirlerin girip giremeyeceği gibi tartışmalar yaşanırken, bizde optik deneyler yapılmakta, kan dolaşımının ilk çalışmaları hayat bulmakta, divanı lügati Türk ve dilimizin en temel eseri olan kutadgu bilig yazılmaktaydı. Ortaçağ için karanlık ifadesini kullananlar coğrafya şaşkınıdırlar. Bu çağ İslam ve Türk dünyası için değil bilakis ifadenin gerçek sahibi Avrupalılar için karanlıktır.”
tespitinde bulunan Sn. Maksudoğlu ilk kırılmanın sultan III. Mahmud’ un oğlu Mehemmed için yaptığı sünnet düğününde yaşananların olduğunu söyledi.
“Sünnet düğününde eğlence tertipleyen eğlendiricilerin Sultanın ne dilersiniz diye sorması üzerine ‘yeniçeri ocağına girmek isterik’ demeleri ve sonrasında yaşan gelişmeler…
Sonrasında 1839. Tanzimat. Sultan Abdülmecit kıyafetlerini değiştirir modern kabul ettiği pantolon ve ceketi giyer. Halk dinsizlik suçlamalarıyla saldırır. Elbette ki bu dönemde yapılanlar tamamıyla bir nevi ayakta kalma mücadelesi ve var olma çabasıdır. Bu amaçta izlenen yol Avrupalı gibi olmak ona benzemek çabasıdır.”
“İstiklal harbi yaşanmasaydı, küçücük kalmış bir Anadolu’nun başına kuvvetle muhtemel bir İngiliz vali geçirilecekti. O gün denseydi ki; Türkçe konuşmak bundan böyle yasak. Her gün bir yeni İngilizce kelime öğreneceksiniz ve kullanacaksınız. Ne olurdu biliyor musunuz? Halk ayaklanırdı. İsyan çıkardı. Bakın günümüzde başımızda ne İngiliz bir vali var nede işgal altındayız. Ve fakat kendi insanımız rızasıyla kendiliğinden dilini bozuyor ve uzaklaşıyor. Dükkan yerine shop, Pazar yerine market, tören yerine seremoni diyor. Kültür istilası öyle korkunç bir boyuta geldi ki; yabancı dil ile öğretim. Yabancı dil ile öğretim sömürge ülkelerinde olur. O sömürge ülkesinin sömürülmüş aydını da anadilinden faksız o dili konuşur ve hiç olmazsa o dilde tüm kaynaklara ulaşır, okur, anlar, fikir üretir.”
“Bu gün yaşadığımız reklâm borsası ile ne yazık ki davranış biçimimizi kaybettik” diyerek sözlerine son veren Sn. Maksudoğlu, katılımcılara teşekkür ederek konuşmasına son verdi.