KENDİMİZE GELMEK KOLAY OLMUYOR
16 Ağustos 2022 Salı


Âzerbaycan’lı bir Türk demişti ki:

”Fuzûlî, şiirin depesine öyle bir urmuş kim, şiir daha kendine gelemiyr.”

Çok doğru söylemişti tabiî; Fuzûlî, en büyük şâirlerimizdendir, belki de
şâirlerimizin en büyüğüdür. Büyük şâir Fuzûlî’nin dokunduğu, kendinden
geçirdiği şiir ne zaman kendine gelir, onu bilmem ama, “kendine gelmek” öyle
kolayca elde edilebilecek bir durum değildir. Bunu, son günlerde Konya’mızda
yapılan iyi niyetli, güzel, şatafatlı, acıklı, düşündürücü “spor etkinliği”nde
görüyoruz:


Avrupa normlarının kapladığı dünyâmızda, yüzyılların gerisinde kalmış,
bırakılmış, unutulmuş Eski Yunan oyunları, Yeryüzünün hemen her yerini
gasbetmiş, sömürmüş, yağmalamış Avrupa emperyalizminin bir marifeti olarak
19. Yüzyılda Olimpiyat adı altında sahneye konuldu, çeşitli spor yarışmaları
yapıldı. Bu “Avrupa merkezli” anlayış ve etkinliğe birçok ülke, “ben de varım”,
“mevcudum” dercesine katıldı.

Ülkemizde son yıllarda görülen “kendimize gelme” gayretlerinin bir
tezâhürü olarak, “biz de milletlerarası spor yarışmaları yapalım, ama, bu,
Müslümanlar arası olsun” anlayışıyla isâbetli olarak yer seçimiyle, Konya gibi
gerçekten mühim bir beldede bu işe başlandı.

Yabancı olimpiyat kelimesinin kullanılmamış olması da hayırlı bir
başlangıçtır, bilinç işâretidir.

Bunlar iyi, hoş da, “Batı anlayışı öyle, bizim de öyle yapmamız gerekir”
diye mi öyle gereksiz buram buram aşağılık duygusu kokan koreografi, müzik,
ışık … gibi kültürümüze, geleneğimize yabancı eylemlerle başlanıyor? Çok mu
gerekli?

İslâm ile ilgili bir iş yapılacaksa, onda İslâma aykırı bir konu
OLMAMALIDIR, bu basît gerçeği göz önünde bulundurursak, öyle yabancı kültür
ürünü bale
hareketleri, hele hele kızlarla erkeklerin kucaklaşması (sözde
Muhâcir-Ensâr karşılaşması!!!) gibi komik, acıklı sahnelerin yersizliği,
münâsebetsizliği ortadadır. Namaza çağırma işi görüşülürken, Hristiyanlar gibi
çan çalmak, Mecûsîler gibi ateş yakmak, Mûsevîler gibi boru öttürmek akıllara
gelmişken, hiçbirine benzememek üzere insan sesi, ezân bildirilmiş, uygun
düşmüştür.


İslâm Dayanışması Spor Yarışmaları, bu Tanzîmât artığı kültür istilâsı
görüntülerinden uzak olarak, şöyle yapılabilir:


1.Bir Cuma Günü, sporcular, çalıştırıcıları, yöneticileri, ilgililer… Eyüp
Sultân Câmii’nde namaza katılırlar. Hanımlara Cuma namazı farz değildir.

2.Minyatürk’te İstanbul’un fethini seyrederler.

3.Cumartesi Günü Edirne’de mimarlık şâheseri, mekânda birliği gösteren,
Tevhîd (Birlik) inancını sembolize eden Selîmiye Câmiini ziyâret ederler.
Mâzeretli olan bayan sporcular, câmiye girmezler.

4.Pazar Günü Sultân Murâd Hüdâvendigâr’ın, “Dârul hilâfet” dediği
Bursa’da Ulu Câmiyi ziyâret ederler; âdâb bilmez gâvur turist bayanlar gibi, regl
hâlindeki hanımlar, câmiye girmezler.

5.Pazartesi Günü Konya’da kısa konuşmalarla açılış yapılır:
Yarışmalar, okçuluk, yüzme, güreş … gibi, BİZİM dallarımızda yapılır.

Uzakdoğu sporları da eklenebilir. Bayan sporcuların her spora katılmaları da
şart değildir. Bunun ayrımcılıkla filân ilgisi yoktur; Batı’lı “öyle” yapıyor diye,
bizim de “öyle” yapma mecbûriyetimiz yoktur. Hanımları aşağıladığım
sanılmasın: beni de rahmetli annem Hâfız Meryem yetiştirdi, onu rahmetle,
saygıyla anıyorum.

Unutulmasın: Annelik, en büyük iştir, meslektir: BEŞİK
SALLAYAN DÜNYA’YI SALLAR.


Batı’dan örnek verelim:

İngiltere’de seyretmiştim: Hitler, Alman kadınlarına, çocuk yetiştirme
yarışı diyebileceğimiz bir gösteri tertiplemişti. Alman bayanlar, güneşli bir
havada, bebeklerini oturttukları çocuk arabaları ile geçit resmi yapıyorlardı.
Hitler, işgal ettiği ülkelerdeki kadınları çalıştırıyor, Alman kadınını çocuk
yetiştirmeğe, “iyi, üstün Alman” yetiştirmeğe yönlendiriyordu.


Kendimize Gelme faaliyetlerimiz içindeki bu, Müslümanlar arası Spor
Yarışmaları iyi niyetle girişilen bir başlangıç gibi görülüyor; ancak, sekiz nesildir
üstümüze çöken kültür istilâsının bale, koreografi, kız-erkek karışıklığı, çıplaklık
gibi yabancı unsurlardan ayıklanması, arıtılması çok zaman alacağa benzer. Hele
bayan sporcuların çıplaklığı islâm kelimesiyle birlikte anılan bu oyun rezâletine
tüy dikmektedir.

Kültür İstilâsı böyle kaplayıcı, mahvedici bir felâkettir; asker işgalinden
bin beterdir. Kâfirlerin, asker kullanarak zorla yaptıramayacakları işleri, onlar
gibi olmak, onlar gibi yapmak hevesiyle, coşkunluğuyla gönüllü olarak, şevkle
yaparsınız, bunu da ilericilik, çağdaşlık adına yaparsınız.

Ağır baskısı altında yaşadığımız, pek çoğumuzun artık kanıksadığı,
benimsediği Kültür İstilâsı, resmen 1839 yılında Tanzîmât’la başlamıştır. ‘Aydın’
denilen diploma hamallarımızın pek çoğu, Tanzîmât’ın, Osmanlı Devleti’nin ikiye
bölünmesi veya Osmanlı Hânedânı yerine Kavalalı Hânedânı’ının geçmesi gibi
kırk katır mı, kırk satır mı durumunda, İngiliz maşası Mason Mustafa Reşid Paşa
tarafından, 16 yaşındaki toy Abdülmecid’in gizli oturumlarla iknâ edilerek
Gülhâne’de ilân ettirildiğini bilmez! Diplomalılarımızın çoğu, Tanzîmât Fermânı
ile, Osmanlı mülkünü, İngiltere’nin açık pazarı hâline getirmiş olan Baltalimanı
anlaşmasının (1838) sağlama alındığını da BİLMEZ. Tanzîmât münevverinin
tutumunu, durumunu “aldanmak ve aldatmak” diye belirten çağımızın ünlü
düşünürü Cemil Meriç’ten de haberi yoktur. Okulda kafasına yerleştirildiği
üzere, ‘Tanzîmât ileri atılım hareketidir’ diye bilir, bu YANLIŞ bilgiye karşı
çıkanları da gericilikle suçlar. Diplomalılarımız, zihinlerindeki görünmez ağlardan
kurtulmadıkça, doğru göremez, doğru düşünemez, doğru davranamaz.

Türkiye bunun ızdırâbını çekmektedir.

Kültür istilâsından kurtulmak, kendimize gelmek, HİÇ KOLAY DEĞİLDİR;
zihindeki ağlardan kurtulmak, DURUŞ sâhibi olmak, okumuş câhillerin ne
dediğine aldırmadan DOĞRU olanı yapmak irâdesini, kararlılığını göstermek, bu
yoldaki ilk adımlardır.


Yorum yazın: