Osmanlı bürokrasisi, 17. Yüzyılda iyice bozulmuştu, Köprülü Mehemmed Paşa (1711de bile Prut’la ilgili resimde Baltacı Mehemet yazdığına göre, Köprülü, Mehemmed Paşa idi) 1656 yılında sadrâzamlığı kabul etmek için çok isâbetli olarak o meşhur 4 şartı koymuştu.
Mehemmed Paşa ve oğlu Fâzıl Ahmed Paşa, işlere çeki düzen vermişti ama, 1683 e gelindiğinde, bürokraside halâ kifâyetsiz muhterisler ikbâl için fırsat kolluyorlardı. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Yanık ve Komaran kalelerini almak üzere sefere çıktığı hâlde, Reîsül Küttâb Mustafa’nın pohpohlamasıyla Viyana’ya yönelmişti. Yaptığı toplantıda bu işi doğru bulmayanlar çoğunlukta idi, daha doğrusu, hemen hemen bütün üyeler bunun yanlışlığını belirtip, bu kış etrafın vurulup o yörede kışlanıp gelecek baharda Beç (Viyana) üzerine varılması görüşünde idiler. Budin Beylerbeyi Uzun İbrâhim Paşa da bu görüşte idi. Bu yaşlı, tecrübeli askeri bunaklıkla suçlayan Sadrâzam, uğranılan bozgundan sonra İbrâhim Paşayı idâm ettirmişti.
Ötken kelimesiyle şu ilgisi var:
İbrâhim Paşa, idâm edilirken, gerçek Devlet Adamı olduğunu tescîl eden şu sözleri söylemişti: “bu adam beni haksız yere idâm ettiriyor; fakat, Şevketlû Pâdişâhımıza söyleyin; bu adama dokunmasın, bu işin önünü alacak olan o’dur.”
Gerçekten, Kara Mustafa Paşa iyi bir askerdi, saraydaki kızlar ağası ve mîrâhûr gibi, bozgun haberi üzerine mendil çıkarıp oynamak alçaklığını irtikâb eden üst düzey bürokratların işi alevlendirmesi olmasaydı da Mustafa Paşa iş başında bırakılsaydı, 1699 yılına kadar 4 cephede devam edecek olan savaş daha kısa sürebilir, daha az zâyiatla atlatılabilirdi.
***
Şevketlû : ‘nüfuzlu, sözü geçen, hükmüne uyulan’ demektir; o çağda, ‘şevket’ Osmanlı’da idi. (günümüzde, maalesef, şevket, tâ bilmem nerelerden gelip Irak’ı, Sûriye’yi karıştıran, dedeleri mâcerâperest haydut olanlarda) (Şevk: Arapça’da ‘diken’ demektir; diken gibi delip geçmek kasdediliyor olmalı), sondaki t tekliği gösterir. {kêf ile yazılır, ‘kaf’ ile yazılılırsa bildiğimiz, coşkunluk gibi bir anlama gelir} Günümüzde ‘şevket’i yeniden kazanma yolunda attığımız adımlar, birilerini fenâ hâlde rahatsız etmektedir.
***
Ötmek: kuzey lehçesinde ve Kazak lehçesinde ‘geçmek, geçer olmak, nüfuzlu olmak’ demektir. ‘Nüfûzlu’, ‘sözü geçen’, ‘hükmü yürüyen’ anlamına da ötken olması GEREKİR.
Türklerin ünlü efsânevî başkentinden Ötüken Yışdiye söz ederler. İhtimâl ki, ‘yış’ değil, ‘yaş’tır; yaş’lık, hayat kaynağı suya sahib olmak, kurak değil de, suyu bol, ağaçlık, yeşillik yerde olmak, her topluluğun özlemidir. Nitekim, bazı Türk lehçelerinde yaş (caş) ‘genç’, ‘hayâtiyet dolu’ demektir. Bir Erzurum türküsündeki “beni ağlatırsan doyma yaşına” da görüldüğü gibi, ‘yaş’, ‘ömür’ anlamına da gelir. Nitekim, bir kimsenin ‘yaş’ı, yaşamış olduğu zaman dilimini gösterir.
Bunun için, o kelime ‘yış’ diye yanlış okunmuş olabilr. Oryantalistler ‘börkü yaruk’u ‘berkyaruk’ diye okudular, bizim lise kitaplarımızda bile bir zamanlar Berkyaruk vardı. (börk: yapağısı üzerinde bulunan koyun derisinden yapılan başlık; yaruk : aydınlık, ışıklı, demek: kafası aydın, demek oluyor.) Oryantalistler, Kök Orda (Altın Ordu)nun ilk Müslüman Hân’ı olan Bereke’nin adını da yanlış olarak Berke diye okudular, bizde de uzun zaman bu yanlış söyleyiş devam etti. Adı Burka olan Altınordu Hân’ı, bir Sûfî vâsıtasıyla Müslüman olmuş, adı, Bereke(t) e çevrilmişti.
Toparlarsak: Türklerin o efsânevî başkentinin, yurdunun adının doğrusu ÖTKEN YAŞ : (Sözü Geçen, Hükmü Yürüyen, Mâmur Merkez) olmalıdır.