Birkaç ay önce, Lozan andlaşması üzerinde gevezelikler yapılırken, çeşitli şeyler söylenmişti. “Gevezelikler” diyoruz; çünkü, konuşmalarda, söylenenlerde derinlik yoktu, delegelerin 1923 Temmuz’unda kabul ettiği Lozan andlamasının hangi şartlarda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce hemen onaylandığı, ama, ‘topraklarında güneş batmayan’ emperyal gücün bu andlaşmayı onaylamak için tâ 1924 yılının yazını niçin beklediği, arîz – amîk tartışılıp herkesçe anlaşılır hâle getiril(e)memişti.
Gevezelik seviyesi öyle irtifâ kaybetmişti ki, okul sıralarında kafasına doldurulanlarla yetinen, slogan tekrarlayarak görüş ifâde ettiğini zanneden, düşünme özürlü, okuma tenbeli zihniyet, Lozan için, “Türkiye’nin tapusu” ifâdesini kullanmak fâciasını yaşamıştı. Yâni, bu ‘görüş’e göre: Türkler, Anadoluya daha önce HİÇ GELMEMİŞTİ, Anadolu’da Dünyânın gıpta ettiği Selçuklu Medeniyeti OLMAMIŞTI, üç kıtada sözü geçen, 16. Yüzyılda Dünyânın Süper Gücü olan Osmanlı Anadolu’ya uğramamıştı, 1923 yılında emperyalistlerin maşası Yunan’dan Anadolu’nun TAPUSUNU ALMIŞTIK, hâkim güçler de bunu onaylamıştı!
Mantık sefâleti’ne, cehâlete, aşşşşağılık duygusuna, zavallılığa bakar mısınız! Bir evin, arsanın TAPUsunu alan, o eve, o dâireye, DAHA ÖNCE HİÇ SÂHİP OLMAMIŞtır, ilk defa bu taşınmaza sâhip oluyor demektir: TAPU, bunu belgeler. Türk ordusunun Mete Han tarafından tâ Milâttan önceki yıllarda kurulduğunu, yâni, 2000 yıldan daha fazla zamandanberi bu milletin var olduğunu, orduya sâhip olduğunu, Yeryüzünde büyük işler yaptığını söyleyeceksiniz, sonra kalkıp Anadolu’daki varlığınızı 1923 yılında başlatacaksınız. Böyle yapabilmek için hangi prosedürden geçmiş olmak gerekir? düşünmeğe değmez mi?
***
Pek çoğumuzun sâdece şâir kimliğini bildiği Yahyâ Kemâl diyor ki: “Kırık bir mezar taşına, kırk bohçaya sarılı Sakal-ı Şerîf gibi kıymet vermezsek, ne dîn kalır ne vatan.”
Çok hürmet edilen Sakal-ı Şerîf gibi, ‘kırık bir mezar taşı’na niçin o kadar büyük kıymet verilmesini istiyor; bunu yapmazsak, ‘dînimizi ve vatanımızı’ kaybedeceğimizi bildiriyor dersiniz?
Çünkü, vatanın TAPUSU, diğer mimârî eserlerimiz, câmilerimiz, minârelerimiz, medreselerimiz, sebiller, türbelerimiz, mezarlıklarımız, hamamlarımız, kervansaraylarımız vs dir de ondan. Bir yerin, bölgenin, KİME ÂİD olduğunu belirlemek için, orada yaşamakta olanlara DEĞİL de, oranın TÂRİH BAKIMINDAN KİME ÂİD olduğuna bakılır da ondan!
Kurtuluş Savaşı sırasında, Ermenilerin Doğu Anadolu’da yurt edinme iddialarıyla ilgili olarak, Erzurum Belediye Başkanı’nın, Amerika’lı yetkiliyi faytonla gezdirerek, bir Ermeni maşatlığını, bir de Müslüman mezarlıklarını gösterip, bölgenin KİME ÂİD idiğini isbât etmiş olması unutulmamalıdır. Yine, Edirne’yi isteyen Yunanlı delegeye, Avrupa’lı delegenin: ‘Selimiye’yi ne yapacağız?’ demiş olması da bazı gafillerimizin gözlerinin açılmasına vesîle olabilir.
***,
Daha bir hafta kadar önce, Antalya’da bir câmiin avlusunda, yer seviyesinin altında, putperest Romalılar çağından kaldığı anlaşılan mozayikler bulundu. Mozayiklerin bir kısmının üzerinde, o bölgeyi İslâma açmak için şehîdler vermiş atalarımızın çocuklarından biri, bir Paşa (adını unuttum, bu konudaki GAFLETİMİZ öyle canımı sıkıyor ki, artık böyle münâsebetsiz, fecî işlerin yapıldığını, MÂRİFETMİŞ gibi bildiren sunucuları dinlemek, tahammül sınırlarımı zorluyor) bir câmi yaptırmış, Kâinâtı YARADAN’a ibâdet edecek Müslümanlar abdest alsınlar diye, şadırvan da yapılmış.
Bin yedi yüzlü yıllarda yapılan bu şadırvanın, BİZE ÂİD, İSLÂMLA İLGİLİ olmaktan başka bir SUÇu yok; affedersiniz, VAR: Putperest RUM’un cânım mozayikleri üzerinde yapılmış olmak!
O şadırvan YIKLIDIII ! Mozayikler koruma altında!
Belki de o şadırvan yapıldığı zaman, o mozayiklerin üzerini toprak örtmüştü? Olsun! bu Anadolu, ROMA İmparatorluğu’nundur, Rûmundur, Türkler, buraya nasılsa gelmiş, münâsebetsiz yabancılardır, Müslümanlar, 800 yıl kaldıkları, Avrupa’ya uygarlığın taşındığı İspanya’dan nasıl atılmışlarsa, yaklaşık 1000 yıldır bulundukları Andadolu’dan da öyle atılacaklardır. Şimdilik durdukları bu topraklarda, Roma eserlerine zinhar zarar vermemeliler, Türk arkeologlar, her yeri kazıp, hemen her hafta, bir Roma kalıntısını toprağın altından çıkarmalıdırlar! Müslümanlar, bir eser yapacaklarsa, orasının en az 1-2 metre altına bakıp, 2000 yıl önce putperest vahşîlerin bir kalıntısı var mı? iyice bakmalılar. Yoksa, böyle şadırvan filân yapmasınlar, nasıl olsa yine yıkacaklar!
Boşuna zahmet etmesinler. Zâten, namazla aralarını epeyce açtık, abdest alacak yere, şadırvana gerek yok; Sultanahmed Câmiini de müze yapalım DİYEN BİR MİLLETVEKİLİ de var, işler yolunda.
Osmanlı’nın Avrupa’da hüküm sürmüş olduğu topraklarda, Tuna nehri’nin kuzeyinde, HİÇBİR Osmanlı izi BIRAKILMAMIŞTIR. Ruslar, Kırım’da, mezarlıkları bile ortadan kaldırmışlardır. Biz ise, kendi altımızı oyarak, durmadan Roma kalıntılarını ortaya çıkarmakla meşgûlüz: çünkü eğitimimiz ÖYLE programlanmış. Ne kadar tekrarlansa azdır: KÜLTÜR İSTİLÂSI, asker işgalinden BİN BETERDİR, GÖNÜLLÜ KÖLELİKTİR. ‘Aydın’ denilen diplomalılarımızın ne kadarı ‘bizim’ aydınımızdır?
Bu Kültür İstilâsı, öyle yaygınlık kazandı, öyle ‘tabiî bir şeymiş gibi’ anlaşılır oldu ki, yalnız tornadan çıkma diplomalılar değil, halktan insanlar da, ‘târîhi eser’ denilince, putperest Romalı kalıntılarını anlıyor; KİMİN ESERİ? diye sormak, pek azımızın aklına geliyor. Bir belediye başkanı, yıllar önce, şehirdeki bir yere turistlerin geldiğini görüp öğrenmiş ki; orada bizden önceki bilmem kimin kalıntısı varmış. O başkan, orasını düzgün bir hâle getirivermiş. Nerede olduğunu bildirmeyeceğim; sömürge aydını kafalı işgüzarlar çıkıp orasını da kazmak/kazdırmak gibi ültra çağdaş bir eyleme soyunabilirler.
Bâzılarımıza göre, o başkan, ilkel bir davranışta bulunmuştur. Bâzılarımıza göre de, ‘kendimizi, vatanda kalışımızı savunmak için’ böyle yapmıştır. O belediye başkanının bu işi karşısında ne diyeceğiniz, SİZİN DURUŞ’unuzu gösterir: